YAŞAM

GÖNÜL DAĞI’NIN HAŞARI VE UÇARI ÇETİN’İ SERCAN BADUR, İZLEYİCİLERDEN TAM NOT ALDI…

“Anadolu’nun sıcaklığı ve derinliği, projeye anlam katan en önemli unsur. Bu kültürün sahiciliği, oyunculukta da samimiyeti ön plana çıkarıyor…”

1 Ekim 2025 Saat: 13:19
GÖNÜL DAĞI’NIN HAŞARI VE UÇARI ÇETİN’İ SERCAN BADUR, İZLEYİCİLERDEN TAM NOT ALDI…
GÖNÜL DAĞI’NIN HAŞARI VE UÇARI ÇETİN’İ SERCAN BADUR, İZLEYİCİLERDEN TAM NOT ALDI…

TRT 1’in reyting rekortmeni dizisi Gönül Dağı kadrosuna 6. Sezonda transfer olan ünlü sanatçı Sercan Badur, Tekin karakteriyle izleyicilerin beğenisini toplayarak kısa sürede ilgi odağı oldu.  Başarılı oyuncuyla hem Gönül Dağı serüvenini hem de özel ve sanat hayatıyla ilgili bilinmeyenleri konuştuk.

 

-Gönül Dağı’na katılma süreciniz nasıl gelişti? Teklif geldiğinde neler hissettiniz?

 

-Gönül Dağı teklifi geldiğinde gerçekten kalbim hızla çarpmıştı. Altı sezondur izleyiciyle güçlü bir bağ kurmuş, Anadolu’nun içten hikâyelerini anlatan bir dizinin parçası olma fikri beni başlı başına çok özel hissettirdi. Bu projeyi zaten uzun zamandır uzaktan takip ediyordum; hikâyelerin samimiyeti, oyuncu kadrosunun sahiciliği hep dikkatimi çekmişti. Teklif geldiğinde “Bu hikâyeye benim de bir katkım olabilir” düşüncesi beni hem mutlu etti hem de tatlı bir heyecanla doldurdu.

 

Açıkçası yıllardır bu kadar köklü ve sevilen bir yapımda yer almak, oyunculuk kariyerimde yeni bir eşik anlamına geliyor. Seyircinin gönlünde yer etmiş bir projeye sonradan katılmak bir oyuncu için risk de taşıyor; ama aynı zamanda müthiş bir fırsat ve onur… O an hissettiğim şey tam olarak buydu: Hem sorumluluk hem de tarifsiz bir heyecan. Sanki yıllardır süren bir hikâyenin kapısı aralanmış ve ben de o masalın yeni sayfasına adım atmıştım.

 

-Çetin karakterini sizden dinleyebilir miyiz?

 

-Çetin, dışarıdan bakıldığında macera ve para peşinde koşan, biraz da vurdumduymaz görünen bir genç gibi duruyor ama içinde çok daha derin bir hikâye taşıyor. Babasından beklediği sevgiyi ve ilgiyi görememiş biri; bu eksiklik, onu sürekli hareket hâlinde tutan bir arayışa dönüştürmüş. Miras meselesi de aslında bunun bir yansıması: Çetin, babasının ona vermediği hem manevi hem maddi mirasın peşinde koşuyor.

 

Benim için en ilginç tarafı, bu duygusal açığını mizah ve enerjisiyle kamufle etmesi. İnsanları güldürürken kendi içindeki yarayı saklayan bir tarafı var ve bu, onu iki katmanlı kılıyor. Çetin’in eğlenceli, sevimli, “dünya umurunda değil” gibi görünen yüzünün altında çok insani bir hassasiyet yatıyor. Bu katmanlı yapı, oyuncu olarak bana hem çok oynanabilir hem de duygusal açıdan zengin bir alan sundu. Karakteri çalışırken, onun bu arayışını ve yaralarını mizahın hafifliğiyle dengelemek, benim için gerçek bir oyunculuk dersi oldu.

 

-Çetin’le benzer yanlarınız var mı?

 

-Ben de hayatın tadını çıkarmayı seven, spontane biriyim; bu yönümüz benziyor. Ama ben sorumluluklarımı ihmal etmemeye özen gösteriyorum. Çetin’in kaygısız tavrını zaman zaman sevsem de kendi hayatımda daha dengeliyim. Bu fark, karakteri çalışırken bana ilginç bir karşıtlık da sundu.

 

-Gönül Dağı gibi halkın çok sevdiği bir projeye katılmak üzerinizde nasıl bir sorumluluk hissettiriyor?

 

-Bu kadar sevilen ve uzun soluklu bir hikâyeye dahil olduğunuzda izleyicinin beklentilerini karşılamak elbette önemli. Bu tatlı sorumluluk, hem mesleki disiplini hem de oyunculuk coşkusunu aynı anda canlı tutuyor.

 

-Eskişehir/Sivrihisar’da çekim yapmak nasıl bir deneyim?

 

-Anadolu’nun samimiyeti ve doğası insanı hemen içine çekiyor. Sivrihisar’ın kendisi adeta dizinin başrollerinden biri gibi; hem görsel olarak hem de enerjisiyle hikâyeyi besliyor. Buranın atmosferi benim rolüme daha çok motive olmamı sağlıyor.

 

-Sizi bu rolü kabul etmeye en çok ne ikna etti?

 

-Çetin’in katmanlı yapısı ve mizahının altında yatan duygusal derinlik beni cezbetti. Ayrıca Erdal Özyağcılar ve Bülent Şakrak gibi ustalarla çalışmak büyük bir onurdu. Böylesine güçlü bir ekiple aynı hikâyeyi paylaşmak oyunculuk anlamında da ciddi bir fırsattı.

 

-Dizideki Anadolu kültürü size neler çağrıştırıyor?

 

-Köklerimize, kültürel mirasımıza bir selam gibi. Anadolu’nun sıcaklığı ve derinliği, projeye anlam katan en önemli unsur. Bu kültürün sahiciliği, oyunculukta da samimiyeti ön plana çıkarıyor.

 

-Sizce Gönül Dağı’nın başarısının sırrı nedir?

 

-Bence Gönül Dağı’nın başarısının temelinde samimiyet ve içtenlik var. Hikâyeler izleyicinin kendi hayatından parçalar taşıyor; bu da projeyi izleyiciyle güçlü bir bağa kavuşturuyor.

Bunun yanında hikâyeye sahip çıkan oyuncu arkadaşlarımın profesyonelliği ve özverisi de bu başarının ayrılmaz bir parçası. Özellikle Berk Atan ve Semih Ertürk’ün bu profesyonel duruşu ve işi sahiplenişi göz ardı edilemeyecek kadar önemli. Onların set üzerindeki özeni ve ciddiyeti, projenin bütünlüğünü koruyan çok değerli bir unsur. Diğer oyuncu arkadaşlarımla da sahne paylaşmak için gerçekten can atıyorum; böylesine uyumlu ve yetenekli bir ekiple çalışmak, bu dizinin başarısını daha da perçinliyor.

 

-Diziye dahil olduktan sonra aldığınız ilk tepkiler nasıldı?

 

-Çetin’in başta yaramaz tavrı izleyiciyi düşündürse de zamanla içindeki insani tarafı gördüler. Bu kabul ve sevgi benim için çok değerli. Seyircinin bir karakteri tüm yönleriyle kucaklaması oyuncu olarak büyük bir motivasyon.

 

-Sosyal medyada en çok hangi yorum sizi gülümsetiyor?

 

-“Gedelli’ye New York havası getirmişsin” yorumu hâlâ en çok gülümsetenlerden. İzleyicinin hem karakteri hem de benim kişisel yolculuğumu fark etmesi hoş bir sürpriz oldu.

 

-Kamera arkasında setteki enerjiniz nasıldır?

 

-Set adeta bir aile ortamı. Erdal Özyağcılar’la sahne paylaşmak büyük bir ders; Berk Atan ve Semih Ertürk’le gergin sahneler arasında kahkahaya boğuluyoruz. Bülent Şakrak her anı eğlenceye çeviriyor. Gökçe Akyıldız’la öyle iyi anlaşıyoruz ki “siz ikiz misiniz” esprisi hiç bitmiyor. Bu uyum, çekimlerin doğallığını da artırıyor.

 

-Özel hayatınızda sakin mi yoksa hareketli bir yaşam mı tercih edersiniz?

 

-Sakinlik- ve hareketi dengede tutmayı seviyorum ama seyahat etmek benim için adeta terapi. New York’un enerjisinden çıkıp tek başıma yeni kültürler keşfetmek bana ilham veriyor. Her yolculuk hem zihnimi tazeliyor hem de oyunculuğuma yeni katmanlar ekliyor.

 

-Aileniz oyunculuk yolculuğunuzda size nasıl destek oldu?

 

-Ailem her zaman yanımda oldu. Annem başlangıçta tiyatroyu hobi olarak görmemi istese de hayallerime saygı duydu. Babam “Sevdiğin işi tutkuyla yap” diyerek beni hep cesaretlendirdi. İkiz kardeşim farklı bir yol seçti ama bu çeşitlilik ailemizi daha da zenginleştirdi. Onların koşulsuz desteği, her yeni projede arkamda hissettiğim en büyük güç.

 

-Magazin basınında hakkınızda çıkan haberleri takip eder misiniz?

 

-Özel hayatla ilgili dedikodular ilgimi çekmez. İşim ve projelerimle ilgili haberlerin duyulması ise elbette gurur verici. Özellikle Broadway’de sahnelediğimiz Bold Boy müzikalinin uluslararası basında yer alması beni çok mutlu etmişti; emeğimizin farklı coğrafyalarda yankı bulduğunu görmek tarifsiz bir his. Yine de odağımı hep üretmeye, yeni hikâyeler anlatmaya ve seyirciyle gerçek bağ kurmaya veriyorum; bu benim için her türlü manşetten daha değerli.

 

-İstanbul dışında yaşamayı düşündüğünüz bir şehir var mı?

 

-New York. 2021’den beri bu şehir benim için yalnızca bir şehir değil, hikâyemi özgürce yazabildiğim kocaman bir sahne. Sanatın çok dilli, çok kültürlü ortamı bana ilham veriyor ve uluslararası projelere olan bakışımı derinleştiriyor. Türkiye’de projem olmadığı zaman beni büyük ihtimalle New York’ta bulabilirsiniz—bu da artık arkadaşlar arasında küçük bir şaka hâline geldi. Orası hem yaratıcı enerjimi tazeleyen hem de kendimi evimde hissettiğim ikinci adresim.

 

- Tiyatro geçmişiniz var. Kamera önü ile sahne arasındaki farklar neler?

 

-Sahnede canlı bir enerji ve izleyiciyle anlık bağ var; kamera önü ise daha ince detay ve tekrar imkânı sağlıyor. İkisi de birbirini besleyen, oyunculuğumu geliştiren alanlar. Tiyatro bana disiplin ve refleks kazandırırken, kamera önü oyunculuğu detayları yakalamayı öğretiyor. Ayrıca sahnedeki tek seferlik performans, anı tam anlamıyla yaşama ve seyircinin tepkisine göre doğaçlama yapma özgürlüğü sunuyor. Kamera ise duygunun en küçük titreşimini bile yakaladığı için mikro düzeyde bir içsel kontrol gerektiriyor. Bu iki farklı teknik, oyunculuğumu hem geniş hem de derin bir yelpazede geliştirmeme olanak veriyor.

 

-Sanat hayatınızda sizi en çok heyecanlandıran proje hangisiydi?

 

-Her adım bir gurur. İlk büyük gurur anım, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nü kazanmak oldu; orada edindiğim disiplin ve sahne kültürü bugün hâlâ oyunculuğumun omurgasını oluşturuyor.

Kariyerimin başlarında, henüz 21 yaşındayken Perran Kutman’la birlikte oynadığım ‘Canımın İçi’ dizisi benim için unutulmaz bir deneyimdi. Günlük dizi formatında 4–5 kameranın aynı anda çalıştığı büyük bir platonun içinde olmak, adeta bir tiyatro sahnesinde canlı oynuyormuş hissi veriyordu.

Televizyon tarafında ‘Güllerin Savaşı’ ile geniş kitlelere ulaşmak ve emeğin karşılığını seyircinin sevgisiyle görmek benim için ayrı bir dönüm noktasıydı.

Bir diğer kilometre taşı ise ‘Kürk Mantolu Madonna’ sahne uyarlamasında Sabahattin Ali’nin kaleminden çıkan o derinlikli karakteri canlandırmak oldu. Edebiyatın böylesine güçlü bir metnini seyirciyle buluşturmak, hem dilin hem de duygunun inceliklerine hâkim olmayı gerektiriyordu.

 

-Oyunculuk dışında sanatın hangi alanına ilgi duyuyorsunuz?

 

-Müzik, edebiyat ve resimle ilgileniyorum. Müzik dinlemek ve zaman zaman sahne almak yaratıcılığımı besliyor. Edebiyat ise oyunculuğun alt metinlerini zenginleştiriyor; her kitap, her melodi yeni bir karaktere ilham verebiliyor.

 

-Sizce ünlü olmanın en zor yanı nedir?

 

-Açıkçası “ün” kelimesini hâlâ biraz mesafeli hissediyorum. Tanınmak elbette bazı sınırları bulanıklaştırabiliyor; özel alanınızı her zaman korumak kolay değil. Ama ben bu ilgiyi çoğu zaman bir yükten çok bir armağan gibi görüyorum. Sokakta, tiyatro çıkışında ya da bir kafede yanıma gelip içten bir gülümsemeyle “Sizi izlemek bize iyi geliyor” diyen insanlar var. Bu sevgi, bana hem sorumluluk hatırlatıyor hem de yaptığım işin gerçekten birilerine dokunduğunu gösteriyor. Böyle anlarda minnet duygusu ağır basıyor; bu mesleğin en güzel yanı da tam olarak bu bağ bence.

 

-Rolünüze hazırlanırken nasıl bir yöntem izliyorsunuz?

 

-Yeni bir role hazırlanırken önce karakterin geçmişini, motivasyonlarını ve içinde bulunduğu dünyayı derinlemesine incelerim. Senaryoyu defalarca okuyarak yalnızca kendi sahnelerime değil, tüm hikâyenin ritmine hâkim olmaya çalışırım. Karakterin bedenini, sesini ve düşünce yapısını keşfetmek için günlük alıştırmalar yapar, gerektiğinde doğaçlamalarla içselleştiririm. Böylece yalnızca replikleri değil, karakterin ruhunu da sahici biçimde yakalayabilirim.

Keşke her projede bir “oyuncu koçu” ile ilerleme imkânımız olsa. Yurt dışında çalışırken bunun ne kadar kıymetli olduğunu gördüm; oyunculara daha fazla hazırlık zamanı tanınması ve sürecin özenle yürütülmesi orada neredeyse standart. Bu, karakterin derinleşmesine ve set ortamında daha yaratıcı bir özgürlük yakalamaya büyük katkı sağlıyor. Türkiye’de de bu disiplinin yaygınlaşmasını çok isterim; her rolün böyle bir hazırlık süreciyle daha güçlü olacağına inanıyorum.

 

-Müzik hayatınızda nasıl bir yer tutuyor?

 

-Müzik benim için ilham ve denge unsuru. Cazdan elektronik müziğe, Anadolu ezgilerinden dünya müziklerine uzanan geniş bir yelpazeyi dinlerim. Bazen sahne öncesi klasik müzikle yoğun sahnelere hazırlanırım, bazen de funk ve elektronikle enerjimi yükseltirim. Kendi başıma şarkı söylemek ve gitar çalmak da bana meditasyon gibi geliyor.

 

-Sanat yolculuğunuzda en çok gurur duyduğunuz an hangisiydi?

 

-Her adım bir gurur. İlk büyük gurur anım, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nü kazanmak oldu; orada edindiğim disiplin ve sahne kültürü bugün hâlâ oyunculuğumun omurgasını oluşturuyor.

Televizyon tarafında Güllerin Savaşı ile geniş kitlelere ulaşmak ve emeğin karşılığını seyircinin sevgisiyle görmek benim için ayrı bir dönüm noktasıydı.

Uluslararası ölçekte ise önce İspanya’daki Ben:10 Challenge çekimleri, ardından New York’ta bir Türk hikâyesini İngilizce sahnelediğimiz Bold Boy müzikali geldi. Bu iki deneyim, sanatın sınır tanımadığını bana somut olarak hissettirdi. Kısacası, eğitimden setlere ve sahnelere uzanan bu yolculuğun her durağı, kendi içinde gurur verici bir kilometre taşı.

 

-Hayallerini gerçekleştirmek isteyen gençlere, genç oyuncu adaylarına tavsiyeleriniz neler olur?

 

-Öncelikle şunu bilsinler: bu yol sabır istiyor. Ben de sizin geçtiğiniz yollardan geçtim; bazen heyecanla, bazen de “acaba olur mu?” kaygısıyla. Bu işte tek bir doğru yok, ama iç sesinizi dinlemek en sağlam pusula.

Eğitim alın, tiyatroya mutlaka dokunun; sahne disiplini insanı ayakta tutar. Ama en az eğitim kadar önemli olan, her fırsatta insanları gözlemlemek, hayatı okumak ve merak duygusunu hiç kaybetmemek. Rol dediğimiz şey aslında insan hikâyelerinin toplamı.

Ve belki en çok söylemek istediğim şu: kendinize inanın, başkalarının beklentileriyle değil, kendi ritminizle ilerleyin. Zor günler elbette olacak, reddedildiğiniz anlar da… ama bunlar oyunun bir parçası. Ben de hâlâ her yeni işe başlarken kalbimde o ilk günkü çarpıntıyı hissediyorum. O çarpıntıyı koruyun; o sizi hem besler hem de korur.

 

-Sercan Badur’un 10 yıl sonraki kültür-sanat hayali nedir?

 

-On yıl sonra hem Türkiye’de hem de uluslararası alanda köprü kuran projeler üretmeye devam eden bir sanatçı olmak istiyorum. Kendi yazdığım hikâyeleri sahneye ve beyazperdeye taşıyıp, farklı kültürlerden insanları ortak bir duyguda buluşturmak en büyük hedefim.

New York’ta edindiğim deneyimleri Türkiye’deki sanat ortamıyla birleştirerek iki ülke arasında yaratıcı bir diyalog kurmak, genç oyunculara alan açmak ve yeni kuşaklara ilham verecek yapımlar üretmek istiyorum.

Bu yolculuğun heyecan verici adımlarından biri de Ezgi Cohen ve David Beck ile beraber yazdığımız ve hayata geçireceğimiz “Mehmet” isimli film projesi. Bu film, sınırları aşan hikâyeler anlatma hayalimin somut bir başlangıcı.

YORUMLAR Üye Girişi

Bu Habere Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Bidünya Haber | Dünya ve Türkiye Gündemine uzak kalmayın. Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız
Yukarı ↑